Soyut
Menekşelere yazdım ellerinin yelpazesini
Gül ağacının gölgesine
Silkeledi yıldızlar kederimi
Ayaz gezdiren geceydi
Boynunun aklığı geceydi
Açtım kilidini içine girdim
Uyandın ki saçların orman
Bir kuş uçuyor içinde
Öyle ivecen sabahın eli
Zamanı böldüm yarısı senin
Yarısını indirdim akça ağaca
Artık ölümsüzlüğü deneyebilirim
Suda yan giden balıkta
Çingene güneş
Kırlangıçlar geçiverdi içinden
Sokağın kuşluk vaktiydi
Siliniverdi yüzünün değirmisinden
Kara giyimli keder
Neşeye uzanan saatlerdi
Başının üstünde güneş çingene
Varlığın evi
Kirpiklerinden başlıyorum sevmeye seni
Topukların aydınlatıyor gecemi
Yuvarlanıp gidiyoruz yatakta
Beyaz ve hafif
İki gövde
İki köpük
İki çılgın göz
Açıyoruz varlığın evini
Yine taş
Yine taş, fırlayan elimden
Dibi boylayan o hızla
Denizin bahçesi çok büyük
Vakti işte dibe çökmenin
Ölüm de öyle değil mi?
Değirmi bir taş gibi çöker içe
Savrulup gideriz güz toprağına
Arınıp yıldızlardan
Uyur uyanmazsın bir daha
Başucunda yazılı taş
Buğularından habersiz
Buğularından habersiz sabaha
Uyandım derin uykudan
Dingin rahat yapayalnız
Yüzyıllık ağaçlar gibi
Baktım gök türküsünü söylüyor
İri damarlı yaprakların
Sedir ağaçlarının rüzgârı
Kovalıyor eşek arılarını
Yaşasın! Yengi kazanmış doğa
Tatlı elma ısırığı hava
Yalayıp geçiyor ağaçları
Bir kuşun sevimli gagasında
Doğru aşk
Çıkarır güneşin kolyelerini sana veririm. Eskiden olsa çakıl taşlarıyla muştulardım denizin zamanını ve alıp giderdim seni ovanın sessizliğini aşıp denize. Gül alıp vermenin unutulduğu yabanıl çağda gül alıp verirdim tazelensin diye sevgim. Artık bağlandığım eşitlik bir ayrıntı değil, bir omurga insanlığımı ayakta tutan, birleştiren anılarımı dibinde yaşadığım çocukluğun. Anılar düşlerime girip hayallerime karışıyor. Seviyorum, evet seviyorum beyliğimin sürdüğü anlaşılmaz bir aşkla seni. Bir kaplumbağa yumuşacık devinimlerle yürüyor, içinden geçiyorum uykusuz bir rüzgârın, denize iniyorum.
Ey dünya, tüm ışıklarını yak benim için.
Yazıt
Ötelere, kör noktaya ulaşsın istiyorum sözüm. Sözcüklerin evim olduğunu bilmek rahatlatıyor. Evin yolu bir dizi kavak, dönüşlerimde ürperiyor içimde rüzgârı: Deniz gibi parlıyor kavak sözcüğü de. Başımın üstünde olmasını isterdim öldüğümde de, bir taş, bir kavak, bir yazıt. Yazıtta: “Kardeşti doğaya, sözcüklerin eviydi evi” diye yazsınlar isterdim.
Ötekine de geçsin sözüm, tuz, taş, buz, yüzünü kapatan gök olsun. Geri alamam damlayan hüzün mürekkebini. Geri dönemem iyiler katında kırmızıya. Delikanlı olsun her zaman tümcelerim. Bu yeter avunmaya.
AHMET ADA